عَنْ أُمِّى صَفِيَّةَ بِنْتِ شَيْبَةَ قَالَتْ سَمِعْتُ الْأَسْلَمِيَّةَ تَقُولُ: قُلْتُ لِعُثْمَانَ: مَا قَالَ لَكَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) حِينَ دَعَاكَ؟ قَالَ: ‘إِنِّى نَسِيتُ أَنْ آمُرَكَ أَنْ تُخَمِّرَ الْقَرْنَيْنِ فَإِنَّهُ لَيْسَ يَنْبَغِى أَنْ يَكُونَ فِى الْبَيْتِ شَيْءٌ يَشْغَلُ الْمُصَلِّى
Safiyye bnt. Şeybe’nin (ra) işittiğine göre, el-Eslemiyye (ra) şunları anlatmıştır:
“Osman’a (ra), “Seni çağırdığında Resûlullah (sas) ne dedi?” dedim. (Bunun üzerine Osman b. Talha (ra) Resûlullah’ın (sas) şöyle söylediğini nakletti): ’(Kâbe’nin içinde gördüğüm, şirk döneminden kalan) iki boynuzu kaldırmanı sana emretmeyi unutmuşum. (Onları kaldır.) Zira Kâbe’de namaz kılanı meşgul edecek bir şeyin bulunması uygun değildir.” “
(D2030 Ebû Dâvûd, Menâsik, 93)
***
عَنْ أَبِي شُرَيْحٍ أَنَّهُ قَالَ لِعَمْرِو بْنِ سَعِيدٍ –وَهُوَ يَبْعَثُ الْبُعُوثَ إِلَى مَكَّةَ– ائْذَنْ لِى أَيُّهَا الْأَمِيرُ! أُحَدِّثْكَ قَوْلاً قَامَ بِهِ النَّبِيُّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) الْغَدَ مِنْ يَوْمِ الْفَتْحِ، سَمِعَتْهُ أُذُنَايَ وَوَعَاهُ قَلْبِى، وَأَبْصَرَتْهُ عَيْنَايَ، حِينَ تَكَلَّمَ بِهِ، حَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ: ‘إِنَّ مَكَّةَ حَرَّمَهَا اللَّهُ، وَلَمْ يُحَرِّمْهَا النَّاسُ، فَلاَ يَحِلُّ لاِمْرِئٍ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ أَنْ يَسْفِكَ بِهَا دَمًا، وَلاَ يَعْضِدَ بِهَا شَجَرَةً
Ebû Şureyh (ra), Mekke’ye asker göndermeye hazırlanmakta olan Amr b. Saîd’e şöyle demiştir: ‘Ey Emir! Bana izin ver Mekke’nin fethinden sonraki gün, bizzat kendi kulağımla işittiğim, ezberlediğim ve gözlerimle gördüğüm Hz. Peygamber’in söylediği bir sözünü sana aktarayım. (Resûlullah (sas)) konuşurken Allah’a (cc) hamd ve senâ etti. Ardından şöyle buyurdu: “Mekke’yi Allah (cc) haram (saygın/dokunulmaz) kıldı, insanlar haram kılmadı. Allah’a (cc) ve âhiret gününe iman eden kimse için orada kan dökmek ve ağaç kesmek helâl olmaz… “
(B104 Buhârî, İlim, 37)
***
…حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَمْرٍو قَالَ: رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَطُوفُ بِالْكَعْبَةِ وَيَقُولُ: ‘مَا أَطْيَبَكِ وَأَطْيَبَ رِيحَكِ مَا أَعْظَمَكِ وَأَعْظَمَ حُرْمَتَكِ
Abdullah b. Amr (ra) anlatıyor: “Resûlullah’ı (sas) Kâbe’yi tavaf ederken gördüm. O şöyle diyordu: “(Ey Kâbe)! Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin ve saygınlığın da ne yüce!..” ”
(İM3932 İbn Mâce, Fiten, 2)
***
Hz. İbrâhim (as), Hacer’le evlenmiş; ondan İsmâil (as) adını verdikleri bir çocuğu dünyaya gelmişti. Hz. İbrâhim (as), Hacer’i ve oğlu İsmâil’i (as) alıp Mekke’ye, bugün Kâbe’nin ve zemzem kuyusunun bulunduğu yerin biraz yukarısında yer alan büyük bir ağacın altına getirdi. O günlerde bu bölgede su bulunmadığından kimse yaşamıyordu. İçi hurma dolu bir bohça, su dolu bir kırba ve emzikli bir çocukla oraya bırakılan Hacer, yanlarından uzaklaşıp giden Hz. İbrâhim’e (as) seslendi: “Yâ İbrâhim! Ne insan ne de başka bir şey olan bu vadide bizi bırakıp nereye gidiyorsun?” Bu sözleri tekrarlayıp durdu Hacer. Ancak Hz. İbrâhim (as) geriye dönüp cevap vermedi. Nihayet Hacer, “Sana bunu emreden Allah (cc) mı?” diye sordu. Buna cevaben Hz. İbrâhim (as), “Evet (Allah (cc) emretti).” diye karşılık verdi. Aldığı cevap ile ikna olan Hacer, “öyleyse Allah (cc) bizim yok olup gitmemize izin vermeyecektir.” dedi ve çocuğunun yanına geri döndü. Hacer ve oğlu İsmâil’den ayrılan İbrâhim (as), onlardan gözle görülemeyecek kadar uzaklaştı. Seniyye mevkiine gelince, yüzünü bugünkü Kâbe’nin bulunduğu noktaya dönen Hz. İbrâhim (as), ellerini kaldırdı ve şu duayı yaptı: “Rabbimiz! Ben çocuklarımdan bazısını, senin kutsal evinin (Kâbe’nin) yanında ekin bitmez bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için (böyle yaptım). Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir, onları ürünlerden rızıklandır, umulur ki şükrederler.”
Aradan geçen zaman içinde oğlu İsmâil ile birlikte kalan Hacer’in kırbasındaki su tükendi. Suya ihtiyaç duyan Hacer, daha sonra Allah’ın (cc) nişaneleri yani yeryüzündeki sembolleri olarak nitelenecek olan etrafındaki iki yüksek tepe yani Safâ ile Merve arasında çaresiz bir şekilde su aramaya başladı. Safâ tepesine çıktı; sonra vadiye yöneldi ve birilerini görme ümidiyle ufukları süzdü. Fakat hiç kimseyi göremiyordu. Bu defa Safâ tepesinden indi. Ayağına dolaşmasın diye elbisesinin eteğini toplayarak telaşla yürüdü, vadiyi geçti ve Merve mevkiine geldi. Orada da biraz durdu ve “bir kimse görebilir miyim?” diye baktı. Fakat hiç kimseyi göremedi. Hacer bu suretle (Safâ ile Merve arasında) yedi defa gitti, geldi. Su bulmak için çırpınan Hacer, bir ses işitti. Sese kulak verdi; ardından da, “Sesini işittirdin; eğer yapabileceksen bize yardım et.” dedi. Bu esnada zemzem suyunun bulunduğu yerde bir melek göründü. Melek topuğuyla yahut kanadıyla yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. çıkan zemzem suyundan içen Hacer, oğlu İsmâil’e de içirdi. Suyu bir yandan avuçlarıyla kırbasına dolduruyor, bir yandan da zayi olmasın diye bir çukur kazıyordu. Bu durumu gören melek, Hacer’e, “Telef oluruz diye korkmayın; işte şurası Allah’ın (cc) evidir. Onu bu çocukla babası inşa edecektir. Allah (cc), İbrâhim (as) ailesini zayi etmez.” dedi.
Aradan yıllar geçmiş; İsmâil (as) büyümüş ve Cürhüm kabilesinden bir kızla evlenmişti. Hz. İbrâhim (as), onları ziyarete geldiğinde evde İsmâil (as) yoktu. Kendisini karşılayan İsmâil’in eşine, oğlunun nerede olduğunu ve ne yiyip içtiklerini sordu. Gelini, İsmâil’in ava gittiğini, kendilerinin et yiyip zemzem suyundan içtiklerini söyledi. Bunun üzerine Hz. İbrâhim (as), “Allah’ım! Yiyecek ve içeceklerine bereket ver.” diye dua etti. İşte bu duaya atıfta bulunan Peygamberimiz (sas), “İbrâhim’in (as) duası nedeniyle Mekke’nin yiyecek ve içeceklerinde bereket vardır.” açıklamasında bulunmuştur. Avdaki oğlu İsmâil’i (as) göremeyen Hz. İbrâhim (as), geri döndü. Ziyaret amacıyla tekrar geldiğinde, zemzem kuyusunun arka tarafında oklarını tamir eden İsmâil (as) ile karşılaşan Hz. İbrâhim (as), “Ey İsmâil, Rabbin kendisi için bir ev inşa etmemi bana emretti.” dedi. Hz. İsmâil (as), “O hâlde Rabbinin emrini yerine getir.” diye karşılık verdi babasına. Hz. İbrâhim (as), “Ancak Allah (cc) senin de bu işte bana yardım etmeni emir buyurdu.” dedi. Bunun üzerine Hz. İsmâil (as), “öyleyse yardım ederim.” dedi. Hz. İbrâhim (as), yüksekçe olan yeri göstererek, “Allah işte buraya bir ev inşa etmemi emretti.” dedi. Zira Rabbi ona, Kâbe’nin yerini göstermişti.
Baba-oğul birlikte Yüce Mevlâ (cc) tarafından işaret edilen yere Beytullah’ın temelini atıp duvarlarını yükseltmeye başladılar. Hz. İsmâil (as) taş getiriyor, Hz. İbrâhim (as) de örüyordu. Duvarlar iyice yükselince, Makâm-ı İbrâhîm’de bulunan taşı getirdi Hz. İsmâil (as). Hz. İbrâhim (as) de onu basamak olarak kullanıp duvarları örmeye devam etti. Bir yandan da baba-oğul dua ediyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm, Kâbe’nin inşasını ve orada yapılan duayı şu şekilde anlatmaktadır: “Hani İbrâhim, İsmâil ile birlikte Beyt’in (Kâbe’nin) temellerini yükseltiyor, “Ey Rabbimiz! Bizden kabul buyur! Şüphesiz sen hakkıyla işitensin, hakkıyla bilensin.“ diyorlardı.”
Kâbe’yi yani Beyt-i Harâm’ı insanların din ve dünya hayatlarını sürdürebilmeleri için sebep kılan Yüce Mevlâ (cc), “Onlar Mescid-i Harâm’dan (müminleri) alıkoyarken ve oranın bakımına ehil de değillerken Allah (cc) onlara ne diye azap etmesin?” ifadeleriyle bu mekânın ayrıcalığına dikkatleri çekmiştir. Bununla birlikte, Mekke’yi insanların değil Allah’ın (cc) haram kıldığı, Allah’a (cc) ve âhiret gününe iman eden hiç kimsenin orada kan dökmesinin helâl olmadığı, hatta müşrikler kendileriyle savaşmadıkça orada savaşın helâl olmayacağı âyet ve hadislerde belirtilmektedir. Yüce Mevlâ (cc), İbrâhim (as) ve İsmâil (as) peygamberlere inşa ettirdiği Beyt’i, kendine nispet ederek “Beytim ” yani “Evim ” diye nitelendirmiş; savaş hâlinde bile oraya girenlerin güven içerisinde olacağı teminatını vermiştir. Bu ayrıcalığa sahip olan Kâbe, içerisinde bulunduğu kentin de ayrıcalıklı kabul edilmesine vesile olmuştur. Buna dikkat çekmek isteyen Ebû Şureyh (ra), Mekke’ye asker göndermeye hazırlanmakta olan Amr b. Saîd’e şöyle demiştir: “Ey Emir! Bana izin ver Mekke’nin fethinden sonraki gün, bizzat kendi kulağımla işittiğim, ezberlediğim ve gözlerimle gördüğüm Hz. Peygamber’in (sas) söylediği bir sözünü sana aktarayım. (Resûlullah (sas)) konuşurken Allah’a (cc) hamd ve senâ etti. Ardından şöyle buyurdu: “Mekke’yi insanlar haram kılmadı. Allah (cc) haram kıldı. Allah’a (cc) ve âhiret gününe iman eden hiç kimse için orada kan dökmek ve ağaç kesmek helâl olmaz… “
Yeryüzünde insanlar için kurulan ilk ibadethane olan Kâbe, Yüce Mevlâ (cc) tarafından mübarek ve hidayet kaynağı olarak takdim edilmekte, “Siz de Makâm-ı İbrâhîm’den kendinize bir namaz yeri edinin.” ifadesiyle İbrâhimî gelenek sürdürülmekte, “Yolculuğuna gücü yetenlerin haccetmesi, Allah’ın (cc) insanlar üzerinde bir hakkıdır. ” âyetiyle de Kâbe’nin önemine dikkatler çekilmektedir. “Sonra kirlerini gidersinler, adaklarını yerine getirsinler ve Beyt-i Atîk’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler.” ifadesiyle teyit edilen bu tarihsel konumun İslâm ümmeti aracılığıyla kıyamete kadar sürdürülmesi talep edilmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Tavaf edenler, kendini ibadete verenler, rükû ve secde edenler için evimi (Kâbe’yi) tertemiz tutun.” uyarısıyla Kâbe hizmetlerine de değinilmektedir. Kâbe’nin yeri ve değeri, kendisine verilen isimlere de yansımıştır. Meselâ, Kâbe-i Muazzama, Beytullah, Beyt-i Atîk, Beytü’l-Harâm bunlardan bazılarıdır.
Müslümanlar arasında çok özel bir yere sahip olan Kâbe, câhiliye döneminde bile kendisine hizmet eden kabilelere ayrıcalıklar sağlamıştır. Nitekim Kâbe hizmetlerini yürütmekte olan Kureyş, gerek ticaret hayatında ve gerekse farklı ülkelere yaptıkları seyahatlerde birtakım ayrıcalıklar elde etmiştir. Bu iltifata atıfla Yüce Allah (cc), “Kureyş’i ısındırıp alıştırdığı için, onları kışın (Yemen’e) ve yazın (Şam’a) yaptıkları yolculuğa ısındırıp alıştırdığı için, Kureyş de, kendilerini besleyip açlıklarını gideren ve onları korkudan emin kılan bu evin (Kâbe’nin) Rabbine kulluk etsinler.” buyurarak Kureyşlilere çağrıda bulunmaktadır. Kureyş’in Mekke’yi ellerinde bulundurmaları ve Kâbe hizmetleri sayesinde elde ettikleri üstünlük, Kâbe’yi çıplak olarak tavaf eden câhiliye insanlarına karşı kendilerine elbiseyle tavaf yapma veya uygun gördüklerine ödünç elbise vererek örtünmelerine fırsat verme ayrıcalığı sağlamıştır. Câhiliye döneminde gerek uluslararası alanda ve gerekse Arap kabileleri arasında Kureyş’e sağlanan imtiyazların farkında olan insanlar, Kureyş sûresini daha kolay anlayacaklardır.
Hz. İbrâhim (as) ve Hz. İsmâil’e (as) verilen, “Evimi tertemiz tutun.” talimatıyla birlikte başlayan Kâbe hizmetleri, Hz. Peygamber’in (sas) dedelerinden Kusay b. Kilâb zamanında Kureyş’e geçmiştir. Huzâa kabilesini Mekke’den çıkaran Kusay, hacıların su ihtiyacının karşılanması, Kâbe’nin örtüsüyle ilgilenme ve anahtarlarını elinde bulundurma, Kâbe’nin bakım ve onarımı, yoksul hacılara gıda temini gibi şeref ve saygınlık ifade eden vazifeleri Kureyş’in uhdesinde toplamıştır.
İnsanlar için kurulan ilk mabet olduğu Kur’an’da açıkça ifade edilen Kâbe, rivayetlere göre, Hz. âdem (as) veya oğlu Hz. Şit (as) tarafından bina edilmiştir. Zamanla tahrip olan Kâbe’nin duvarları aşınmış, hatta bazen sel gibi doğal afetler yüzünden yerle bir olmuştur. Bu nedenle Kâbe, tarihin farklı dönemlerinde zaman zaman yeniden yapılmış veya kısmî tadilatlar görmüştür. Söz gelimi amcası Abbâs’la birlikte Hz. Peygamber’in (sas) de bilfiil çalıştığı Kureyş’in Kâbe’yi inşası, miladî 605 yılına denk gelir. Kâbe’de bulunan buhurdanlıktan sıçrayan kıvılcımdan içerideki örtü tutuşmuş, dolayısıyla çıkan yangında Kâbe tamir görmesi gerekecek şekilde tahrip olmuştu. Öte yandan Kâbe’nin içindeki Hz. İbrâhim’den (as) kalan kuyuda saklanan altın ve mücevherler, Huzâa kabilesinden Müleyh b. Amroğulları’nın azatlı kölesi Düveyk tarafından çalınmıştı. Bu nedenle Kureyşliler Kâbe’yi onarırken üzerini de tavanla örtmek istiyorlardı.
Kureyş’in Kâbe’yi onarmayı düşündüğü bu dönemde bir kaza meydana geldi. Söz konusu kazada Rum tüccarlardan birine ait olan inşaat malzemesi taşıyan bir gemi, şiddetli rüzgâr nedeniyle Mekke’nin Şuaybe ismi verilen limanına doğru sürüklenmiş ve karaya çarparak parçalanmıştı. Geminin karaya oturduğu ve parçalandığı haberi kendilerine ulaşınca, yanına birilerini alan Velîd b. Muğîre kaza mahalline gitti ve tahtaları satın aldı. Hazır malzemeyi bulan Kureyşliler, Kâbe’yi yıkıp yeniden inşa etme ve satın aldıkları tahtalarla da Kâbe’ye çatı yapma hususunda anlaştılar.
Hz. İbrâhim (as) zamanında çatısız inşa edilen Kâbe’ye bir çatı yapılmış ve duvarları da yükseltilmiştir. Ancak inşaat devam ederken, bir araya gelerek Kâbe’yi onaran kabileler arasında Hacerülesved’i yerine kimin koyacağı meselesi tartışmaya sebep olmuştur. Bu şerefi elinde bulundurmak isteyen kabileler arasında çıkması muhtemel bir savaş, herkesin güvenini kazanmış olan Hz. Peygamber’in hakemliğiyle önlenmiştir.
Muhammedü’l-Emîn olarak anılan Hz. Peygamber (sas), Hacerülesved’i yerine koyma şerefinin kendilerine ait olmasını isteyen kabilelerden birini tercih etmek yerine, bir örtü istemiş ve Hacerülesved’i yere serdiği örtünün üzerine bizzat kendisi koymuştur. Ardından Kureyş’in dört kolundan birer adam istemiş, kabileleri adına Utbe b. Rebîa, Ebû Zem’a, Ebû Huzeyfe b. Muğîre ve Kays b. Adî gelmişlerdir. Peygamberimiz (sas), onlardan, örtünün birer ucunu tutarak kaldırmalarını istemiş, farklı kabilelerin temsilcileri hep birlikte Hacerülesved’i kaldırmışlar, Peygamberimiz de konulacağı yerin hizasına gelince örtünün içinden alıp onu kendi eliyle yerine yerleştirmiştir.
Kureyşliler Beytullah’ı yeniden yapmaya kalktıkları zaman, Ebû Huzeyfe b. Muğîre, “Ey Kureyşliler! Kâbe’nin kapısını ancak merdivenle girilecek kadar yüksek yapınız. Ona, ancak sizin istediğiniz kimseler girsin. Hoşlanmadığınız bir kişi girecek olursa ona yukarıdan ok atarsınız ve düşer. Bu, onu görenler için ibretlik bir ceza olur.” demişti. Bunun üzerine Kâbe’nin içinden zeminini de bu yüksekliğe kadar, molozla doldurdular.
Resûl-i Ekrem’in (sas) de bizzat katıldığı Kâbe inşaatında malzeme yetersizliği nedeniyle Hicr, Kâbe’nin dışında bırakılmıştır. Nitekim Hz. İbrâhim’in (as) temelleri üzerinde olmasına rağmen, Kureyş’in tadilat esnasında dışarıda bıraktığı Hicr hakkında, “O, Beyt’ten midir?” diye soran Hz. Âişe’ye (ra), Peygamber Efendimiz (sas), “Evet (Hicr, Beyt’tendir).” diye cevap vermiştir. Müminlerin annesi, “Neden onu Beytullah’a dâhil etmediler?” diye sorduğunda da, “çünkü kavmin masrafları karşılayacak imkân bulamadı.” cevabını almıştır. “Neden kapısı yüksek?” diye sorduğunda ise, “Kavmin istedikleri oraya girsin, istemedikleri de giremesin diye böyle yaptılar.” açıklamasında bulunmuştur, Hz. Peygamber (sas). Arkasından da, “Yâ Âişe, kavmin câhiliye döneminden yeni çıkmış olmasaydı ve buna karşı çıkacaklarından korkmasaydım Hicr’i Kâbe’ye dâhil eder, Kâbe’nin kapısını yer hizasında yapardım.“ buyurmuştur. Bir başka rivayete göre ise Resûlullah (sas), “Biri girilecek diğeri de çıkılacak iki tane de kapı yapardım.” diyerek Kâbe hakkında bir başka temennisini dile getirmiştir.
Nitekim Hz. Âişe (ra) Beytullah’ın içine girip orada namaz kılmayı arzu ettiğini söylediğinde Hz. Peygamber (sas) onu Hicr’e götürmüş, “Beytullah’a girmek istediğin zaman, Hicr’de namaz kıl. Muhakkak ki, orası Beytullah’tan bir parçadır. Fakat senin kavmin Kâbe’yi yaptıkları zaman, orayı Beytullah’tan çıkardılar.” buyurmuştur. Beytullah’ın Hz. İbrâhim (as) tarafından inşa edilen temeller üzerine bina edilmesini arzu eden Hz. Peygamber (sas), bir gün yerine getirilme ihtimalini düşünerek, inşaatında bizzat çalıştığı Kâbe’nin dışarıda bırakılan kısmını Hz. âişe’ye göstermiştir. Hz. Âişe’den söz konusu bilgiyi aktaran Abdullah b. Ömer (ra), Resûlullah’ın (sas) Hicr’e yakın olan iki köşeyi istilâm etmemesini, oranın İbrâhim’in (as) inşa ettiği temeller üzerine oturmamasına bağlamıştır.
İmkânsızlıkları nedeniyle Kureyşlilerin Kâbe’ye dâhil etmedikleri Hicr, Abdullah b. Zübeyr (ra) tarafından Beyt’e ilâve edilmiştir. Yezid b. Muâviye zamanında Şamlılar ile mücadele esnasında Kâbe yanmış ve neredeyse tamamen tahrip olmuştu. Bununla birlikte Kâbe’nin duvarlarının yıkılıp yeniden yapılması hususunda ihtilâf meydana gelmişti. İhtilâfı gidermek isteyen Abdullah b. Zübeyr (ra), “Sizden birinin evi yansa onu yenilemedikçe rahat etmez. O hâlde Rabbinizin evine nasıl razı oluyorsunuz?” diyerek halkı yönlendirdi. İbn Zübeyr’in (ra) girişimiyle ikna olan Müslümanlar, elbirliğiyle Kâbe’nin duvarlarının kalan kısımlarını yıkıp, binayı Hz. İbrâhim’in (as) temellerini esas alarak yeniden inşa ettiler. Abdullah b. Zübeyr (ra), bu inşaat esnasında Hicr’i binaya dâhil etti. Kâbe’yi genişletme faaliyetinin yeni bir fitneye sebep olmasını engellemek amacıyla, insanları ikna edebilmek için temelin üzerini açarak Hz. İbrâhim (as) ve İsmâil (as) tarafından atılan temeli insanlara gösterdi.
Nitekim bu olaya şahit olan Yezid b. Rûmân , “Hz. İbrâhim’in (as) (inşa ettiği) temeldeki deve hörgüçleri gibi taşları gördüm.” açıklamasında bulunmuştur. Böylece “İlk Mabet”, ilk temelleri üzerinde yeniden yükselmiş, duvarlarının yüksekliği de 28 arşına çıkmıştı. Bundan sonraki tarihî süreçte Abdullah b. Zübeyr’in (ra) Kâbe üzerinde birtakım değişiklikler yaptığı, ardından Emevî halifesi Abdülmelik b. Mervân’ın onayı ile bu değişiklikler üzerinde de yeniden tadilata gidilerek Kâbe’nin Kureyşliler tarafından inşa edilen aslî hâline döndürüldüğü görülmektedir.
Siyasî mülâhazalarla Kâbe’nin tekrar Kureyş’in yaptığı şekle dönüştürülmesini onaylayan Abdülmelik, Hz. Peygamber’in (sas) Hz. Âişe’ye (ra) söylediği, “Kavmin Allah’a (cc) şirk koştukları dönemi yeni terk etmiş olmasaydı, ona Hicr’i ilâve etmek için Beyt’i(n bir kısmını) yıkar ve (onu eklerdim).” sözü yıllar sonra kendisine hatırlatıldığında, bundan etkilenmiş ve “Bunu Kâbe’yi yıkmadan önce işitseydim, onu Abdullah b. Zübeyr’in inşa ettiği şekilde bırakırdım.” demiştir.
Mekke’nin fethedildiği gün, Hz. Peygamber (sas) Mekke’nin en üst tarafından şehre girmişti. Yanında üsâme b. Zeyd (ra), Bilâl-i Habeşî (ra) ve Kâbe’nin hizmetçilerinden Osman b. Talha (ra) da vardı. Devesini mescidin önünde çöktürdü. Osman b. Talha’dan (ra) Beytullah’ın anahtarını istedi. Osman b. Talha (ra) gidip anahtarı getirdi ve Kâbe’yi açtı. Ancak içeride birtakım suretler ve heykeller gören Hz. Peygamber (sas) içeri girmedi. Onların yok edilmesini istedi. Söz konusu resimlerde İbrâhim (as) ve İsmâil (as) peygamberler, ellerinde fal oklarıyla resmedilmişlerdi. Bu manzarayı gören Peygamber Efendimiz (sas), “Allah (cc) bunu yapanları kahretsin! İbrâhim (as) ve İsmâil (as) hiçbir zaman fal oklarıyla şans aramadılar.” buyurdu.
Resim ve heykeller ortadan kaldırıldıktan sonra yanındakilerle birlikte içeri giren Hz. Peygamber (sas), bir müddet Kâbe’nin içinde kaldı. Her bir köşesinde dua etti. Ancak içeride namaz kılmaksızın dışarı çıktı. Hz. Peygamber’le (sas) birlikte Kâbe’ye giren üsâme b. Zeyd (ra), orada gördüklerini şöyle anlatır: “Hz. Peygamber (sas) (içeri girince) oturdu. Allah’a (cc) hamd ve senâ ettikten sonra tekbir getirdi. Kelime-i tevhidi okudu. Sonra öne doğru eğildi, göğsünü yanağını ve iki elini Kâbe’nin duvarına dayadı. Sonra tekbir getirdi, kelime-i tevhidi okudu ve dua etti. Bunu Kâbe’nin bütün köşelerinde yaptı. Sonra dışarı çıktı. Kâbe’nin kapısında iken yüzünü ona dönerek, “İşte kıble, işte kıble!’ buyurdu.”
Medineli Süleymoğullarından bir hanım olan el-Eslemiyye ise şunları anlatmaktadır: “Osman’a, “Seni çağırdığında Resûlullah (sas) ne dedi?” dedim. (Bunun üzerine Osman b. Talha Resûlullah’ın (sas) şöyle söylediğini nakletti): ’(Kâbe’nin içinde gördüğüm, şirk döneminden kalan) iki boynuzu kaldırmanı sana emretmeyi unutmuşum. (Onları kaldır.) Zira Kâbe’de namaz kılanı meşgul edecek bir şeyin bulunması uygun değildir.” “
Kâbe’nin içine giren Hz. Peygamber (sas) gördükleri karşısında duyduğu kaygı ve pişmanlıktan dolayı üzüntülü bir şekilde Hz. Âişe’nin (ra) yanına gelmiş ve “Ben, Kâbe’nin içine girdim. Sonradan öğrendiklerimi başta bilseydim, oraya girmezdim. Gerçekten ümmetimi sıkıntıya sokmaktan korkuyorum.” buyurmuştu. Beytullah’a hayran olan ve yıllarca özlemini çeken Allah Resûlü (sas), Kâbe’yi tavaf ederken onun ihtişam ve azameti karşısında, ‘(Ey Kâbe)! Sen ne güzelsin ve kokun da ne güzel! Sen ne yücesin ve saygınlığın da ne yüce!.. ’ ifadeleriyle de duygularını dile getirmişti.
Mekke’nin fethinde Kâbe’nin içi putlardan temizlenmiştir. Fetihten hemen sonra gelen hac için emir tayin edilen Ebû Bekir Sıddîk (ra) aracılığıyla, bu tarihten sonra hiç kimsenin çıplak olarak Kâbe’yi tavaf edemeyeceği ilân edilmiş, dolayısıyla câhiliye dönemine ilişkin Kureyş’e ayrıcalık sağlayan çirkin bir uygulama kaldırılmıştır.
İnsanlığın ilk mâbedi olan ve “Allah’ın evi” olarak isimlendirilen Kâbe, Müslümanlar için birliğin simgesi ve dirilişin kaynağı olup, mukaddestir. Nitekim bu kutsal mekâna sığınanlara dokunulmamıştır. Kıble olarak ona yönelmiş olması, kişinin Müslüman olduğunu ortaya koyan bir delil olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle Kâbe’ye gitmeye engel olanlar elim azabı hak etmişlerdir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.