Ebû Musa’nın (ra) naklettiğine göre, Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur: “Esiri özgürlüğüne kavuşturun, davet edenin (davetine) katılın, hastayı ziyaret edin.” عَنْ أَبِى مُوسَى عَنِ النَّبِيِّ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) قَالَ: “فُكُّوا الْعَانِيَ، وَأَجِيبُوا الدَّاعِيَ، وَعُودُوا الْمَرِيضَ.” (B5174 Buhârî, Nikâh, 72) *** عَنْ أَبِي عَزِيزِ بن عُمَيْرٍ، أَخِي مُصْعَبِ بْنِ عُمَيْرٍ، قَالَ: كُنْتُ فِي الْأُسَارَى يَوْمَ بَدْرٍ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : اِسْتَوْصُوا بِالْأُسَارَى خَيْرًا وَكُنْتُ فِي نَفَرٍ مِنَ الْأَنْصَارِ، وَكَانُوا إِذَا قَدَّمُوا غَدَاءَهُمْ وَعَشَاءَهُمْ أَكَلُوا التَّمْرَ وَأَطْعَمُونِي الْخُبْزَ بِوَصِيَّةِ رَسُولِ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) إِيَّاهُمْ. Mus’ab b. Umeyr’in (ra) kardeşi Ebû Azîz b. Umeyr anlatıyor: “Bedir günü esirler arasındaydım. Resûlullah (sas), “Esirlere iyi davranın!” buyurdu. Ben bir ensar grubunun elinde esirdim. Ensar, Resûlullah’ın (sas) emrine uyarak sabah ve akşam ekmek ve yemeklerini bana ikram ederler, kendileri de hurmayla yetinirlerdi.” (MK19497 Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, XXII, 393) *** عَنْ أَبِى أَيُّوبَ قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) يَقُولُ: “مَنْ فَرَّقَ بَيْنَ وَالِدَةٍ وَوَلَدِهَا فَرَّقَ اللَّهُ بَيْنَهُ وَبَيْنَ أَحِبَّتِهِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ.” Ebû Eyyûb (ra) anlatıyor: Resûlullah’ın (sas) şöyle dediğini işittim: “Her kim (esirler arasındaki) anne ile çocuğunu birbirinden ayırırsa Allah da o kimseyi kıyamet gününde sevdiklerinden ayırır.” (T1566 Tirmizî, Siyer, 17; HM23895 İbn Hanbel, V, 413) *** عَنْ عَلِيٍّ قَالَ: وَهَبَ لِى رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) غُلاَمَيْنِ أَخَوَيْنِ فَبِعْتُ أَحَدَهُمَا فَقَالَ لِى رَسُولُ اللَّهِ (صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَ سَلَّمْ) : “يَا عَلِيُّ! مَا فَعَلَ غُلاَمُكَ؟” فَأَخْبَرْتُهُ فَقَالَ: “رُدَّهُ رُدَّهُ.” Ali (b. Ebû Tâlib) (ra) anlatıyor: “Resûlullah (sas) bana kardeş olan iki yardımcı genç hibe etti. Ben de onlardan birini sattım. Bir gün Resûlullah (sas) bana, “Ey Ali! Gençten ne haber?” diye sordu. Ben de ona (sattığımı) söyledim. Bunun üzerine Resûlullah (sas), “Onu geri al, onu geri al.” buyurdu. (T1284 Tirmizî, Büyû’, 52; İM2249 İbn Mâce, Ticâret, 46) *** Hz. Peygamber (sas) Necd tarafına bir birlik gönderdi. Bu birlik, Benî Hanîfe kabilesinden Yemenlilerin reisi olan Sümâme b. Üsâl adında bir kişiyi esir aldı ve getirerek mescidin direklerinden birisine bağladı. Akabinde Resûlullah (sas) üç gün Sümâme’ye uğrayarak, “Ne düşünüyorsun Sümâme?” diye sordu. Sümâme ilk gün şöyle demişti: “İyi şeyler düşünüyorum yâ Muhammed! Eğer sen beni öldürürsen bir katili öldürmüş olursun. Eğer bana iyilikte bulunursan sana minnettar kalacak bir kişiye iyilikte bulunmuş olursun. Eğer fidye olarak mal arzu edersen, dilediğin kadarı sana verilir.” Ertesi gün de yine aynı ifadelerle Allah Resûlü’nün (sas) kendisini azat etmesini bekledi. Üçüncü gün de sorusuna aynı cevabı verince Hz. Peygamber (sas) şöyle buyurdu: “Sümâme’yi salıverin!” Sümâme serbest bırakılınca, hemen mescidin yakınındaki bir hurmalığa giderek yıkandı. Ardından tekrar mescide gelerek şunları söyledi: “Eşhedü en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûluh. Ey Muhammed! Vallahi, yeryüzünde senden daha fazla nefret ettiğim biri yoktu. Fakat şimdi sen en çok sevdiğim kişi oldun. Vallahi, senin dininden daha fazla nefret ettiğim bir din yoktu. Fakat şimdi dinin en çok sevdiğim din oldu. Vallahi, senin beldenden daha fazla nefret ettiğim bir belde yoktu. Fakat şimdi belden en çok sevdiğim belde oldu. Ben umre yapmak istediğim sırada senin adamların beni yakaladılar. Şimdi bu konuda ne dersin?” Bunun üzerine Resûlullah (sas), Sümâme’yi Müslüman olmasından dolayı elde ettiği büyük kazançla müjdeledi ve umresine devam etmesini istedi. Sümâme umre yapmak için Mekke’ye varınca birisi ona şöyle dedi: “Kendi dinini bırakıp başka bir dine mi döndün?” Sümâme, “Hayır. Fakat ben Allah’ın Resûlü Muhammed’in (sas) yanında Müslüman oldum. Vallahi, Resûlullah (sas) bu konuda izin verene kadar size Yemâme’den bir buğday tanesi bile gelmeyecektir.” şeklinde cevap verdi. Resûlullah’ın (sas) esir olarak yakalanıp alıkoyulan Sümâme’ye muamelesi İslâm’ın esirlere karşı ne denli hoşgörülü olduğunu gösteren en güzel örneklerden biridir. Şirkin karanlığındaki Sümâme, Allah Resûlü’nün (sas) bu güzel ve insanî muamelesinden etkilenerek Müslüman olmuştur. Ayrıca Hz. Peygamber’in (sas) bu muameleyi, esirlerin toplu hâlde yakıldığı, çeşitli organları kesilerek işkenceye uğratıldığı, öldürülmeleri için düşmana satıldığı bir ortamda yapmış olması, ahlâkî ve insanî açıdan döneminden ne kadar önde olduğunu açıkça göstermektedir. Esirlere karşı insanî bir tutum benimseyen Rahmet Peygamberi (sas), hiçbir zaman esir almayı amaç edinmemiş, sahip olduğu esir sayısıyla övünmemiştir. Sevgili Peygamberimiz (sas), savaş sırasında da savaş bittiğinde de esirlere karşı belirli bir hukuk içerisinde ahlâklı ve adaletli bir şekilde davranılmasını istemiştir. Bununla birlikte savaş esirlerinin statüsü devletlerarası hukuku ilgilendiren bir durum olup genellikle karşılıklı değiş tokuş esasına göre işlediği için tek taraflı olarak kaldırılamamış ve bu konuda yerleşik hukukta iyileştirmeler yapılmıştır. İslâm, savaştan sonra elde edilen esirler ve onlara karşı muamele konusunda insan haysiyetini korumayı merkeze alan bir hukuk ortaya koymuş ve inananlarından bu hukuka riayet etmelerini istemiştir. Hz. Peygamber (sas), özel durumları ve savaş öncesinde işledikleri suçlar nedeniyle öldürülenler dışında, Müslümanların güçlü olduğu zamanlarda esirleri ya karşılıksız veyahut fidye karşılığında serbest bırakmıştır. Nitekim Yüce Allah’ın (cc) şu âyeti de esirlere yapılacak muameleye ışık tutmaktadır: “ (Savaşta) inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onlara iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (sağ kalanları esir alın). Savaş sona erince de artık ya karşılıksız veya fidye karşılığı salıverin. Durum şu ki, Allah (cc) dileseydi onlardan intikam alırdı. Fakat O, sizi birbirinizle denemek ister…” Hz. Peygamber (sas), “Esiri özgürlüğüne kavuşturun, davet edenin (davetine) katılın, hastayı ziyaret edin.” buyurarak ashâbına esirleri serbest bırakmalarını tavsiye etmiştir. Rahmet Elçisi (sas) bu genel tavra uygun olarak Mekke”nin fethedildiği gün, kendisine yıllarca eziyet etmiş ve yurdundan çıkmasına sebep olmuş insanların hepsini esir alma imkânı olduğu hâlde onlara, “Haydi gidin, hepiniz serbestsiniz.” demiştir. Benzer şekilde Huneyn Gazvesi’nde altı bin savaş esirinin karşılıksız olarak serbest bırakılmasına vesile olmuştur. Diğer yandan zekât verilecek kimseler arasında hürriyetlerine kavuşturulacak köleleri de sayan Yüce Allah (cc) onları kurtarmak için infakta bulunmanın gerçek iyiliğe ulaşma yollarından biri olduğunu ifade buyurarak esir ve kölelerin özgürlüklerini elde etmelerine destek olunmasını istemiştir. Serbest bırakma bazen de esirin Müslüman olmasının tabiî sonucu oluyordu. Bir insan Müslüman olmakla hayatta erişebileceği en büyük şerefe nail oluyor, esirlikten de kurtuluyordu. Hz. Peygamber (sas), Müslümanları esir etmiyor, sonradan Müslüman olanları da genelde serbest bırakıyordu. Nitekim Hevâzin kabilesinden ganimet ve esirler alındığında Resûlullah’ın (sas) tahmin ettiği şekilde Hevâzinliler bir zaman sonra Müslüman olarak Hz. Peygamber’e (sas) gelmişler ve mallarıyla esirlerini geri istemişlerdi. Resûlullah (sas) heyetten ya malları ya da esirleri tercih etmelerini istemişti. Bunun üzerine Hevâzinliler, esirlerinin geri verilmesini isteyerek mallarından vazgeçtiler. Heyetin bu kararından sonra Resûlullah alınan esirleri geri vermek için bir konuşma yaptı. Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şöyle buyurdu: “Bu (Hevâzinli) kardeşleriniz, tevbe ederek bize geldiler. Ben de esirlerini kendilerine geri vermeyi düşündüm. Sizden her kim (bu şekilde kardeşinin gönlünü) hoş etmeye razı olursa bunu yapsın. Sizden her kim kendi hissesini talep ederse ki bu hisseyi ona biz, Allah’ın (cc) bize ihsan edeceği ilk ganimet malından vereceğiz o da böyle yapsın (esirleri geri versin).” Bunun üzerine pek çok sahâbî, “Biz onları hoşnut edeceğiz yâ Resûlallah!” diyerek esirleri geri vermeyi kabul etmişlerdi. Esirlerini bedelsiz olarak bırakmak istemeyen bazı sahâbîlere ise Resûl-i Ekrem (sas) karşılığında altı zekât devesi vermeyi vaad etti. Sahâbeden Sahr b. Ayle adlı bir şahıs, beraberindeki süvari topluluğu ile, hicretin sekizinci senesinde Sakîf kabilesiyle savaşmak üzere yola çıkan Resûlullah’a (sas) yardıma gitmişti. Fakat Hz. Peygamber’in (sas) Tâif’i fethedemeden döndüğünü görünce, Sakîfliler Resûlullah’ın (sas) hükmüne boyun eğmedikçe onların sığındıkları kaleden ayrılmayacağına dair Allah’a (cc) söz verdi. Gerçekten de Sahr b. Ayle, Resûlullah’ın (sas) hükmü kabul edilinceye kadar oradan ayrılmadı. Onlar Hz. Peygamber’in (sas) hükmünü kabule yanaşınca Sahr b. Ayle, Resûlullah’a (sas) şöyle bir mektup yazdı: “Sakîf kabilesi senin hükmünü kabul etti yâ Resûlallah. Şimdi ben onların karşısında bulunuyorum, onlar da atları üzerinde karşımda duruyorlar.” Resûlullah (sas) mektubu alır almaz namazın cemaatle kılınmasını emretti ve insanlar toplanınca Sahr’ın bu kahraman kabilesi için, “Allah’ım! Bu Ahmes kavminin atlısına, piyadesine bereket ihsan eyle.” diye on defa dua etti. Bir süre sonra Sakîf kabilesi Hz. Peygamber’in (sas) huzuruna geldi. İçlerinden Muğîre b. Şu’be söz aldı ve “Ey Allah’ın Peygamberi, Sahr halamı esir aldı. Oysa Müslümanların girdiği dine halam da girmişti.” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sas) Sahr’ı çağırıp ona, “Ey Sahr! Bir kavim Müslüman olduğu zaman kanlarını ve mallarını güvence altına almış olurlar. Sen Muğîre’ye halasını geri ver.” buyurdu. Sahr da halasını ona iade etti ve Hz. Peygamber’den Süleymoğulları’nın İslâm ordusundan kaçarken bırakıp gittikleri su kaynağını istedi. “Ey Allah’ın Peygamberi bu suyu bana ve kavmime ver!” dedi. Hz. Peygamber (sas), suyu onlara verdi. Daha sonra Süleym kabilesi mensupları Müslüman olunca Sahr’ın yanına geldiler ve ondan suyu kendilerine geri vermesini istediler. Sahr, suyu kendilerine vermekten kaçınınca Hz. Peygamber’e (sas) gidip, “Ey Allah’ın Peygamberi! Müslüman olduk ve suyumuzu bize geri vermesi için Sahr’a vardık, fakat o bizim teklifimizi reddetti.” diye şikâyette bulundular. Hz. Peygamber (sas) Sahr’ı çağırıp, “Ey Sahr! Bir kavim Müslüman olduğu zaman, mallarını ve kanlarını güvence altına almış olurlar. Sen bunlara sularını geri ver.” buyurdu. Sahr da “Peki, ey Allah’ın Peygamberi.” karşılığını verdi. Hz. Peygamber (sas), Bedir Savaşı bitip esirler getirilince, “Bu esirler hakkında ne diyorsunuz?” diye sorarak ashâbıyla istişare etmişti. Hz. Ömer (ra), öldürülmelerine dair görüş bildirmesine rağmen, Resûlullah (sas) Hz. Ebû Bekir’in (ra) görüşünü benimseyerek esirlerden fidye alınmasına karar verdi ve fidyeyle serbest bıraktığı her bir müşrik için dört bin dirhemlik bedel belirledi. Parası olmayıp okuma yazmayı bilenleri de on Müslümana okuma yazma öğretmesi şartıyla serbest bıraktı. Hz. Peygamber (sas), esirler arasında bulunan amcası Abbâs’a dahi, “Ey Abbâs! Kendin, kardeşinin oğlu Akîl b. Ebû Tâlib, Nevfel b. Hâris ve aranızda antlaşma bulunan, el-Hâris b. Fihroğulları”nın kardeşi Utbe b. Amr b. Cehdem için fidye öde, sen servet sahibi bir kimsesin!” sözleriyle fidye karşılığında serbest bırakılmayı önerdi. Fakat daha sonra Allah Teâlâ (cc), Hz. Ömer’in (ra) görüşü istikametindeki şu âyetleri indirdi: “Yeryüzünde düşmanı tamamıyla sindirip hâkim duruma gelmedikçe, hiçbir peygambere esir almak yakışmaz. Siz geçici dünya menfaatini istiyorsunuz, hâlbuki Allah (cc) âhireti (kazanmanızı) istiyor. Allah (cc), mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah (cc) tarafından önceden verilmiş bir hüküm olmasaydı, aldığınız şeyden (fidyeden) ötürü size mutlaka büyük bir azap dokunurdu.” Zira henüz ayaklarının üstünde durmaya yeni başlamış bir birliğin, fidye karşılığı azılı düşmanlarını serbest bırakması kendi varlığı için tehlike oluşturmaktaydı. Düşmanın elinde esir varsa Peygamberimiz esirleri bazen de mübadele dediğimiz karşılıklı değiş tokuş yolu ile serbest bırakma yoluna gitmiştir. Hz. Peygamber (sas) bu değişimde bazen, bir esire karşılık Müslümanlardan iki veya daha fazla esirin geri alınmasını uygun bulmuştur. Nitekim Rıdvan Biati’ne katılan sahâbîlerden Seleme b. Amr, Hz. Ebû Bekir’le birlikte bir sefere çıkmış, Fezâre kabilesi ile savaşmış, sonuçta bazı çocukları ve kadınları esir alıp Hz. Ebû Bekir’e (ra) getirmiş, Hz. Ebû Bekir (ra) de esirler arasındaki çok güzel bir kadını Seleme’ye vermişti. Medine’ye gelince Resûlullah (sas) üç defa ısrarla, “Ey Seleme! Bu kadını bana bağışla.” demiş, o da sonunda, “Ey Allah’ın Resûlü! Ben henüz ona el sürmedim. Senin olsun.” demişti. Hz. Peygamber (sas) o kadını Mekkelilere göndermiş ve onun karşılığında Mekkelilerin elindeki Müslüman esirleri geri almıştı. Câhiliye döneminde esirler hakkındaki yaygın teamül ise onları köleleştirmekti. Dinimiz esirleri köleleştirmeye sıcak bakmamış, bilakis köleliği sadece savaş esirleriyle sınırlamış ve onların özgürlüklerine kavuşmaları için birçok yaptırım ve uygulama ortaya koymuştur. Nitekim Resûl-i Ekrem (sas), savaş esirlerini köleleştirme seçeneğine nadir durumlarda başvurmuş ve Bedir, Uhud, Hendek gibi büyük gazvelerde alınan esirlerin hiçbirini köleleştirmemiştir. Onları fidye karşılığı veya değişik şekillerde serbest bırakmıştır. Dönemin yaygın bir uygulaması olarak köleleştirilen bazı esirlere ise çağımızda bile görülmeyen medenî ve insanî bir muamele sergilenmiştir. Nitekim köleyi “kardeş” olarak nitelendiren Hz. Peygamber’in (sas) bir zihniyet dönüşümünü hedefleyen şu ifadeleri tarihe geçmiştir: “…(Köle) kardeşleriniz, Allah’ın (cc) sizin emrinize verdiği hizmetçilerinizdir. Her kimin kardeşi emri altında bulunursa ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçlerini aşan işler yüklemeyiniz. Eğer ağır işler yüklerseniz onlara yardım ediniz.” Allah Resûlü (sas), Hendek Savaşı’nda Rabbi tarafından yapılan, yeryüzünde güçlenmedikçe esir almama uyarısı doğrultusunda hareket etmiş ve kendilerine zulmeden azılı müşrik savaşçıları öldürmüştü. Savaş sırasında İbnü’l-Arika adındaki müşriğin kolundan yaraladığı Sa’d b. Muâz için çadır kurup tedavisiyle yakından ilgilenmişti. Bunun üzerine ensarın önde gelenlerinden Sa’d b. Muâz, “Allah’ım, Kurayzaoğulları’na karşı beni sevindirmeden canımı alma!” diye duada bulunmuş, bilâhare Kurayzaoğulları mağlup edilip esirler alınınca, Hz. Peygamber (sas) onların da kabulüyle kendileri hakkında hakemliği Sa’d’a bırakmıştı. Nitekim Yahudilerden Nadîroğulları ile Kurayzaoğulları, Medine Sözleşmesi’ne riayet etmemiş ve Müslümanlarla savaşmışlar, Resûlullah da Nadîroğulları’nı sürgün etmiş, Kurayzaoğulları’nı ise yerinde bırakmış ve kendilerine serbestlik vermişti. Fakat Kurayzaoğulları sulhu bozup Hendek Savaşı’nda Müslümanlara karşı tekrar savaşmışlardı. Hakemliğini kabul ettikleri Sa’d b. Muâz, bu ihanet ve suçlarına karşılık onlar hakkında harbe katılanların öldürülmesine, çocuklarının ve kadınlarının esir edilmesine ve mallarının Müslümanlar arasında taksimine hükmetmişti. Resûlullah (sas) da, “Allah’ın onlar hakkındaki hükmü konusunda isabetli karar verdin.” buyurarak bu hükmü onaylamıştı. Zira verilen hüküm Kurayzaoğulları’nın şeriatına yani Tevrat’a uygundu. Nitekim hiçbir zaman insan öldürme yanlısı olmayan Rahmet Elçisi, Kurayzaoğulları’nı ilk seferinde affetmişti. Ancak sulhu tekrar bozduklarında, Resûlullah’a (sas) kendilerinin bertaraf edilmesi dışında başka bir seçenek bırakmamışlardı. Hz. Peygamber (sas), her zaman esiri bir insan olarak görmüş, ona insan onuruna yakışır bir şekilde muamele etmiştir ve Kur’an esirlere iyi muamele edenleri şöyle müjdelemiştir: “İyiler ise katkısı kâfur olan içecekler dolu bir kadehten içerler. Allah’ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır. O kullar adaklarını yerine getirirler. Kötülüğü her yanı kuşatmış bir günden korkarlar. Onlar, seve seve yiyeceği yoksula, yetime ve esire yedirirler. (Yedirdikleri kimselere şöyle derler:) “Biz size sırf Allah (cc) rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve bir teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz, çetin ve belalı bir günde Rabbimizden (O’nun azabına uğramaktan) korkarız, (derler).” Uhud Savaşı şehitlerinden olan Mus’ab b. Umeyr’in erkek kardeşi Ebû Azîz’in başından geçen şu hadise, ashâbın bu âyeti nasıl açıkça uyguladığını göstermektedir. Ebû Azîz (ra) anlatıyor: “Bedir günü esirler arasındaydım. Resûlullah (sas), “Esirlere iyi davranın!” buyurdu. Ben bir ensar grubunun elinde esirdim. Ensar, Resûlullah’ın emrine uyarak sabah ve akşam ekmek ve yemeklerini bana ikram ederler, kendileri de hurmayla yetinirlerdi.” Hz. Peygamber (sas) esirlerin yeme, içme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamıştır. Söz gelimi Sakîf kabilesi ashâbdan iki kişiyi esir alarak Hz. Peygamber (sas) ile aralarındaki barışı bozmuşlardı. Buna karşılık sahâbe de Sakîf’in müttefiki olan Benî Ukayl kabilesinden bir adamı esir alarak Adbâ isimli devesine el koymuştu. Adam Hz. Peygamber’i (sas) görünce Müslüman olduğunu söyledi. Bunun üzerine Allah Resûlü (sas), “Eğer sen bu sözü (Müslüman olduğunu) özgürlüğün elindeyken söylemiş olsaydın tam bir kurtuluşa erişirdin.” buyurarak ona durumu açıkladıktan sonra yanından ayrıldı. Ancak esir tekrar, “Ey Muhammed! Ey Muhammed!” diye seslendi. Hz. Peygamber (sas) onun yanına döndü ve “Ne istiyorsun?” dedi. Adam, “Açım, beni doyur! Susadım, bana su ver!” dedi. Bunun üzerine Resûlullah (sas), “Bunlar senin aslî ihtiyaçlarındır.” buyurarak gerekeni yaptı. Bir müddet sonra bu adam Sakîflilerin elindeki iki kişiye karşılık serbest bırakıldı. Rahmet Peygamberi (sas), kadın ve çocukların esaret hâlindeki durumlarına da özen gösterirdi. Esir kadınlarla birlikteliğe izin vermeyen Hz. Peygamber (sas), köleleştirilen hamile kadınlarla da cinsel ilişki kurulmasını yasaklamıştı. Hatta bu yasağı ihlâl eden birini, “Ona öyle bir lânet edesim geliyor ki kabrine bile o lânetle girsin istiyorum! Kendisine helâl olmadan önce ona nasıl vâris olur? Ve kendisine helâl olmadığı hâlde onu nasıl çalıştırıp kullanabilir?” buyurarak sert biçimde kınamıştı. Hz. Peygamber (sas), savaşta aldığı esirlere karşı güzel muamelesi, asla işkence yapmamasıyla kendi zamanına olduğu gibi modern çağa da örnek olmuştur. Ayrıca Rahmet Elçisi (sas), esir de olsalar insanların aile bütünlüğünü korumak için gayret göstermiştir. Nitekim bir gün ashâbdan Ebû Eyyûb, muhtemelen Kıbrıs Seferi sonrası esir alınmış bir kadının, askerlerin zoruyla çocuğundan ayrıldığını görünce, çocuğu tuttuğu gibi annesine vermiş ve bu yaptığının nedeni sorulunca Rahmet Peygamberi’nin (sas) şu sözünü aktarmıştı: “Her kim (esirler arasındaki) anne ile çocuğunu birbirinden ayırırsa Allah (cc) da o kimseyi kıyamet gününde sevdiklerinden ayırır.” Şefkat Peygamberi (sas) sadece ana ile evlâdını değil, esir kardeşleri de birbirinden ayırmazdı. Ali b. Ebû Tâlib (ra) bu konuda şunları anlatmaktadır: “Resûlullah (sas) bana kardeş olan iki genç hibe etti. Ben de onlardan birini sattım. Bir gün Resûlullah (sas) bana, “Ey Ali! gençten ne haber?” diye sordu. Ben de ona (sattığımı) söyledim. Bunun üzerine Resûlullah (sas), “Onu geri al, onu geri al.” buyurdu. Zira Hz. Peygamber (sas) esirleri dağıtırken aile birlikteliğine özellikle dikkat eder ve ev halkını birbirinden ayırmak istemediği için hepsini bir kişiye verirdi. Savaşta öldürürken bile düşmana işkence etmeksizin güzel bir şekilde öldürmeyi tavsiye eden Hz. Peygamber (sas), esirlere karşı kendi çağının hatta bütün zamanların üstünde bir ahlâkî ve insanî tutum sergilemiştir. Hiçbir zaman esirlerin onurunu zedeleyecek davranışlara kalkışmamış ve kimseye bu hususta izin vermemiştir. Esire eziyet ve işkence gibi faaliyetlere kesinlikle izin vermemiş, esirlerin yeme, içme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamayı kendisinin ve Müslüman toplumun görevi addetmiştir. İslâm toplumuna zarar vermeyeceğinden emin olduğunda, esirleri, fidye karşılığı ve mübadele yönteminin yanı sıra bazen de karşılıksız olarak serbest bırakmıştır. Dünyanın çeşitli ülkelerinde toplama kamplarında işkence gören esir ve tutukluların durumu ile Müslümanların yemeklerini paylaştıkları ve âdeta evin fertleri olarak kabul ettikleri insanların durumu arasındaki farkı insaf sahibi herkes görebilir. Nitekim Müslümanların esirlere karşı tutumundan etkilenen pek çok kişinin gönülleri İslâm’a ısınmış ve Müslüman olmuşlardır. Tutum ve davranışları, karar ve uygulamalarıyla savaşta bile olsa âlemlere rahmet olarak gönderildiğini bütün insanlığa hatırlatan Hz. Peygamber’in (sas) izinden gitmek, savaş şartlarında esir ve tutuklu olan kişilere, onların ihtiyaçlarını göz ardı etmeksizin, insan onuruna yaraşır şekilde Müslümanca davranmak esirlik hukukunun temel gereğidir.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.